write.as

Jacques Ranciére – Uyuşmazlık | Çeviri: Hakkı Hünler

“Unutmamak zorunda olduğumuz soru şudur: ne tür şeyde eşitlik ya da eşitsizlik? Zira bu bir açmazdır ve bizi politik felsefeye muhtac eden bir açmazdır” Aristoteles (Politika, 1282 b 21)

Politik felsefe diye bir şey var mıdır? Bu soru iki sebepten ötürü yersiz görünür. İlkin, topluluk ve topluluğun amacı üzerine, yasa ve yasanın temeli üzerine düşünüm çabası, bizim felsefi geleneğimizin tohumlarının atıldığı zamandan beridir hep devam edegelmektedir ve canlılığını korumaktan hiç kesilmemiştir. İkincisi, şimdi bir süredir, politik felsefe yeniden bir doğuşla hayata geri dönüşünü davul zurnayla bağıra çağıra ilan etmektedir. Politik-olanı toplumsal ilişkilerin -ki bu ilişkiler, bugün artık devlet Marxizmlerinin çökşüyle ve ütopyaların sonuyla birlikte, toplumsalolanın ve toplumsal bilimlerin tecavüzüne tabidir- iadesine ya da maskesine dönüştüren Marxizm tarafından uzunca bir süredir yama yama onarılan politik felsefenin, toplumsal olanın ve onun belirsiz anlamlılıklarının geri çekilişi sayesinde bizzat orijinal saflığına geri döndürülmüş bir politikanın ilkeleri ve biçimleri üzerine düşünüm saflığını bulmakta olduğu varsayılır. Bununla birlikte, bu geri dönüş, bir takım problemler ortaya koyar. Gençliğine yeniden kavuşturulmuş bu politik felsefe, kendi tarihinden gelen ünlü ya da unutulmuş belli metinlerin yorumlanmasıyla sınırlanmadığında, demokrasi ve yasa, hak ve meşru devlet [hukuk devleti] (Etat de droit / legitimate state) üzerine düşünümde herhangi bir devlet yönetimince ortaya serilen alışıldık türden argümanların ötesine geçmeye hemen hepten isteksiz görünür. Kısaca, ana hedef, büyük klasik öğretiler ile liberal demokrasiler olarak tanıdığımız alışıldık devlet meşrulaştıma biçimleri arasındaki iletişimi güvence altına almak olarak görünür. Fakat politik felsefenin geri dönüşü ile onun nesnesinin, yani politikanın geri dönüşü arasında varsayılan çakışmanın görünürde hiçbir delili yoktur. Politik-olan, kendisine toplumsal-olan adına, toplumsal hareketler ya da toplumsal bilim adına karşı çıkıldığı zamanlar, yine de sokaktan fabrikaya, fabrikadan üniversiteye varıncaya dek çok çeşitli kiplerde ve yerlerde hâlâ daha apaçık gözler önündeydi. Politik-olanın yeniden dirilişi, bugün, bu tür kiplerin kopukluğunda veya bu tür yerlerin yokluğunda açığa vurulur. Biri çıkıp da buna şöyle itiraz edebilir: Bütün olup biten şudur ki, arındırılan politika, tartışmanın ve meşrulaştırmanın olup bittiği meclislerde, kararların verildiği devlet dairelerinde, bu tür düşünüp taşınmaların ve kararların toplumun dayandığı yasalara uygun düşüp düşmediğini denetleyen yüksek yargı organlarında, ortak iyiye ilişkin düşünüp taşınmanın ve karar vermenin asıl yerini bir kez daha bulmuştur. Problem, bunların, tam da düşünüp taşınmanın çok fazla var olmadığı ve kararların kendiliğinden alındığı büyüsü bozulmuş kannın yayıldığı yerler olduğudur; buralarda politikaya düşen iş, sadece, küresel pazarın talepleri çerçevesinde eyyamcı bir uyarlanabilirliği ve bu uyarlanabilirliğin kârlarının ve maliyetlerinin hakkaniyetli dağıtımını içerir. Politik felsefenin yeniden dirilişi, bu şekilde kendisini, eşzamanlı olarak, resmi temsilcileri aracılığıyla poliitik-olanın içinin boşaltılışı olarak bildirir. Bu tuhaf çakışma, bizi poliitik felsefenin evidence premiére'ine [Fr. evidence prrmiére: ilk açıklık, ilk belirim, bir şeyin kendini ilk gösterişi -çn.] geri dönmek zorunda bırakır. Felsesefenin içinde politikanın (hemen hemen) daima var olması, politik felsefenin felsefe ağacının doğal bir dalı olduğunu hiçbir şekilde kanıtlamaz. Descartes'ta bile politik ağacın kolları arasında sayılmaz; öteki felsefelerin politikayla karşılaştıkları her yerde, o anın görünürde tıb ve ahlâk tarafından kuşatılır. Bizim geleneğimizde politikanın karşısına ilk çıkan kişi, Platon, bunu yalnızca kökten bir istisna biçimi içerisinde yaptı. Bir filozof olarak Sokrates, Atina'nın politikası üzerine hiç düşünmedi. O, “hakiki politika sanatını uygulayacak” (Plato, Girgias, 521 / London: Penguin Classics 1987) Atina'da politika adına yapılan her şeye karşıt olarak hakikat bakımından politikaya bulaşacak tek Atinalıdır. Politika ile felsefe arasındaki ilk karşılaşma bir alternativle ilgiliydi: ya politikacıların politikası ya da filozofların politikası. Bu Platonik ayrılığın katılığı, bu şekilde, politik felsefemizin teminatı ile politikamızın kopukluğu arasındaki belirsiz-anlamlı ilişkide belli belirsiz görünüveren şeyi açık kılar. Politik felsefenin, ne kadar eleştirel olursa olsun düşünümüyle politikaya eşlik eden doğal bir felsefe dalı olduğunu söylemenin hiçbir dayanağı yoktur. İlk elde, bu tür herhangi bir felsefe şekillenmenin insan eyleyişinin -bilimsel, sanatsal, politik ya da başka türlü- tüm büyük biçimlerine eşlik ettiğini ve bu biçimleri ya düşünüm aracılığıyla yansıttığını ya da yasa koyma aracılığıyla temellendirdiğini söylemenin hiçbir dayanağı yoktur. Felsefe, o hâlde ya kendine has kavramına ya da üzerine düşünümde bulunduğu ya da yasa koyduğu alanlara uygun düşen bölümlere sahip değildir. Felsefenin özgül bir paradoks, bir çatışma, bir açmaz (aporie/ aporia) işareti taşıyan politikayla, sanatla, bilimle ya da başka her türlü düşünücü etkinlikle bir karşılaşmadan doğmuş tekil nesneleri, düşünce düğümleri vardır. Aristoteles, felsefe adı ile politik sıfatı arasındaki ilk karşılaşmalardan biri olan bir deyiş içerisinde buna işaret eder. “Eşitlik ya da eşitsizlik, açmaza ve politik felsefeye varır.” (Aristotle, politics, III 1282 b. 21 / London Penguin Classics 1982, s. 207) Felsefe, politikaya özgü açmazı veya çıkmazı kucakladığında “politik hâle gelir. Politika, göreceğimiz gibi, ilkesi eşitlik olan etkinliktir. Ve eşitlik ilkesi, topluluk paylarının bir çıkmaza bağlı dağıtımı yoluyla dönüştürülür şeylerde kimileri ile başka kimileri arasında eşitlik ne zaman vardır ve ne zaman yoktur? Bu “şeyler” nelerdir ve bu kimileri kimlerdir? Eşitlik, nasıl olur da eşitlikten ve eşitsizlikten oluşur? Politikanın felsefe için bir çıkmaz haline gelmesini, bir felsefe nesnesi haline gelmesini sağlayan, politikaya özgü çıkmaz işte budur. Bunu, felsefenin politika, bilim ya da sanat pratisyeninin imdadına yetiştiğini, onun pratiğinin ilkesini aydınlatarak çıkmazının sebebini açıkladığını iddia eden o sofuca görüşü belirten anlamda almamalıyız. Toplumsal talebin doğurduğu görgü kuralları, düşünmek için biraraya toplanan politikacıları, hukukçuları, hekimleri ya da herhangi bir başka topluluğu genelde düşünüm uzmanı olarak filozof çarkettirme alışkanlığını yerleştirmiş olsa bile, felsefe ne herhangi bir kişinin şmdadına koşar ne de herhangi bir kişi felsefeye imdat çağrısında bulunur. Eğer o çağrı herhangi bir düşünsel etki üretecekse, karşılaşmanın, kendi uyuşmazlık (mésentente / dis-agrement) noktasını saptaması zorunludur.

Uyuşmazlığı belirlenimli türden bir konuşma konumu anlamında almamız gerekir: söyleşenlerden birinin, ötekinin söylemekte olduğunu aynı anda hem anladığı hem de anlamadığı bir konum. Uyuşmazlık, ak diyen biri ile kara diyen biri arasındaki çatışma değildir. Uyuşmazlık, ak diyen biri ile yine ak diyen, fakat ondan aynı şeyi anlamayan ya da ötekinin aklık adına aynı şeyi söylemekte olduğunu anlamayan bir·başkası arasındaki çatılmadır. Terim, apaçık ki belli bir ölçüde ince ayar gerektirecek ve bizi belli ayrımlar yapmaya zorlayacak kadar geniştir. Uyuşmazlık, anlayışsızlık değildir. Anlayışsızlık, konuşanlardan birinin ya da ötekinin yahut da her ikisinin ne söylemekte olduklarını ya da ötekinin ne söylemekte olduğunu, ya yalın bilgisizlik, ezberlenmiş ikiyüzlülük gibi etkiler yüzünden ya da esaslı bir yanılsama yüzünden bildiğini veya bilmediiğini varsayar. Uyuşmazlık, sözcüklerin belirsiz doğasından kaynaklanan bir tür yanlış anlama da değildir. Bu günlerde tekrar çokça moda olmuş kadim kabul edilen bilgelik, insanların özellikle değişikliğe uğramış sözcüklerin belirsiz anlamlılığı yüzünden biri birilerini anlayamadıklarına yazıklanır ve bizden daima, her seferinde ya da en azından hakikatin, adaletin ve iyinin söz konusu olduğu her yerde, herhangi bir tanımlanmış özelliği belirtmeyen ya da kaçınılmaz bir şekilde eşseslilik karıştırmasına (confusion homunymique / homonymic confusion) götüren sözcükleri bir kıyıya bırakıp, herbir sözcüğe iyi tanımlanmış bir anlam, yani onu tüm diğer sözcüklerden ayıran bir anlam vermeye çalışmamızı ister. Kimi zaman, bu bilgeliğin felsefe adını takındığı ya da bu dilbilimsel (linguistique / linguistic) ekonomi kuralını felsefenin ayrıcalıklı uygulanışı olarak yutturmayı becerdiği olur. Bunun tersi de olur; felsefe, tam da içi boş sözcükleri ve indirgenemez eş seslileri (homonymes / homonyms) kışkırtan şey olarak suçlanır; her insan etkinliği, diye devam eder bu bilgilik, sözcük dağarcığını (lexique / vocabulary) ve kavramsal dayanaklarını felsefenin tüm sahasından arıtarak, kendisi hakkında açıklığa varmalıdır. Anlayışsızlık ve yanlış-anlama argümanları, bu suretle, birbirine benzer bir şekilde her ikisi de konuşmanın ne anlama geldiğini bulup çıkartmaktan ibaret olan iki tip dil hekimliği gerektirir. Onların sınırlarını görmek zor değildir. İlk tedavi tipi, bilgisizlikten kaynaklanan anlayışsızlığı önvarsaymak durumundadır, ki bu tedavi tipi bu tür anlayışsızlığın ters yüzüdür, tersine çevrilmiş bilgisidir. İkincisi ise, çok fazla alana bir akılsallık yasağı dayatır. Aklın iş başında olduğu çok sayıda konuşma konumu, ne ek bilgi gerektirecek bir anlayışsızlıkla ne de sözcüklerin arındırılıp inceltilmesini gerektirecek bir yanlış-anlamayla ilişkili olan özgül bir uyuşmazlık yapısı içerisinde tahayyül edilebilir. Konuşma konumunun akılsallığını tam da konuşmanın ne anlama geldiği konusundaki çekişmenin (litige / dis-pute) kurduğu her yerde uyuşmazlık ortaya çıkar. Söyleşenler, aynı sözcüklerden aynı şeyi hem anlarlar hem anlamazlar. X'in Y'yi hem anlamasının hem de anlamamasının türlü çeşitli sebepleri vardır: X, Y'nin söylemekte olduğu şeyi açık bir şekilde anlarken, Y'nin hakkında konuştuğu nesneyi göremeyebilir; ya da başka türlüsü, X, aynı adı kullanan bir başka nesneyi, aynı argüman içerisindeki bir başka sebebi anlar ve anlamak zorunda kalır, görür ve görülür kılmaya girişir. Bu şekilde, Devlette, “politikfelsefe” herkesin uyuştuğu bir argüman üzerine uzun bir uyuşmazlık protokolü içerisinde varoluşa gelir. Filozof adaletten tam olarak ne anladığını söylemek için kendi tasarrufunda ozanınkilerden, tüccarınkilerden, hatibinkilerden ya da politikacınınkilerden bütünüyle farklı sözcükler bulundursaydı, bu hiç kuşkusuz kullanışlı olurdu. Görünüşe göre tanrısal bilgelik bunları vermiyordu, ve katı ve has dillerin aşığı bunları ancak hiç anlaşılır olmama pahasına sağlayabilirdi. Felsefe, şiire, politikaya ve dürüst tüccarların bilgeliğine karşı durduğu yerde, bütünüyle başka birşey söylüyor olduğunu söylemek için başkalarının sözcüklerini ödünç almak durumunda kalır. Uyuşmazlık işte burada yatar ve bu, ötekinin cümlesinin söylemekte olduğu şeyin bu ötekince bilinmeyen basit bir açıklanış yoluyla çözülebilecek salt yanlış anlama değildir.

Uyuşmazlık açık ki tek başına sözcüklerle ilişkili değildir. O, genel olarak, tam da konuşan tarafların kendilerini içinde buldukları konumla ilgilidir. Bu noktada, tarafların bir anlaşmazlık veya ihtilaf (diff erend / differend) olarak kavramsallaştırdığı şeyden farklıdır. Uyuşmazlık, cümle rejimlerinin heterojenliği gibi ve heterojen söylemin farklı tiplerini değerlendirmek için bir kuralın varlığı ya da yokluğu gibi konularla ilgili değildir. Uyuşmazlık, argümanlarla ilgili olmaktan çok· argüman olarak ileri sürülebilir olan şeyle, X ile Y arasında ortak bir nesnenin varlığıyla ya da yokluğuyla ilgilidir. O, bu ortak nesnenin duyulur sunumuyla, söyleşenlerin tam da bu ortak nesneyi sunma yeterliğiyle ilgilidir. Uyuşmazlığın uç bir konumu vardır ki, burada X, Y'nin sunmakta olduğu ortak nesneyi göremez, çünkü X, Y'nin söze döktüğü seslerin X'in kendisininkine benzer sözcükler ve sözcük zincirleri oluşturduğunu kavrayamaz. Bu uç konum -her şeyden önce- politikayla ilgilidir. Felsefenin aynı anda hem politikayla hem de şiirle karşılaştığı yerde, uyuşmazlık, tartışmak için sözcükler kullanan bir varlık olmanın ne anlama geldiğiyle ilişkilidir. Uyuşmazlığa özgü yapılar, bir argümanın tartışılmasının tartışmanın nesnesi hakkında ve onu bir nesne kılmakta olanların yeterliği hakkında bir çekişmeye vardığı yapılardır. İlerideki savlar, politikanın açmazının felsefi bir nesne olarak benimsenmesini sağlayan uyuşmazlık hakkında uyuşmaya yönelik bir takım hususları tanımlamaya çalışmaktadırlar. Şu hipotezi sınayacağız: “politik felsefe diye adlandırılan şey, pekala, felsefenin kendisini politikadan kurtarmaya, politikanın uygulayımına özgü bir düşünme skandalını örtbas etmeye çalışmasını sağlayan düşünce işlemleri kümesi olabilir. Bu teorik skandal, uyuşmazlık akılsallığından daha öte birşey değildir. Politikayı bir skandal nesnesi kılan şey, onun, uyuşmazlık akılsallığını kendi öz akılsallığı olarak bulan etkinlik olmasıdır. Bu yüzden, felsefenin politikayla çekişmesinin temeli tam da uyuşmazlık akılsallığının indirgemeye uğratılışıdır. Felsefenin uyuşmazlığı kendisinden otomatik olarak dışlamasını sağlayan bu işlem, böylelikle “gerçekten” politika yapma projesiyle, yani politikanın hakkında konuştuğu şeyin hakiki özünü gerçekleştirme projesiyle özdeşleştirilir. Felsefe “politik” hale gelmez, çünkü politik felsefenin sadece müdahale etmek zorunda olacağı kadar bıçak sırtındadır. Felsefe politik hale gelir, çünkü politikanın akılsallık konumuna çekidüzen vermek felsefeye özgü olan şeyi tanımlamanın bir koşuludur. Kitap şu çerçevede şekillendirilmiştir. Aristoteles'in politikaya özgü logos'u tanımladığı temellendirici sayılan damarlarla başlar. Daha sonra, mantıksal-politik hayvan belirlenimi içerisinde, politikaya özgü olan şeyi açımlayarak, logos'un yarıldığı ve felsefenin Platon'la beraber reddettiği, ama Aristoteles'le beraber kendi bünyesine maletmeye çalıştığı noktayı açımlamaya girişir. Aristoteles'in metni temelinde (ve bu metnin birdenbire kesilip kaldığı nokta temelinde), şu soruyu yanıtlamaya çalışacağız. Özgül bir şekilde politika olarak düşünülebilecek olan şey nedir? Bu özgüllüğü ayrıntısıyla düşünmek, politikayı normalde politika adıyla anılan ama kendisine polis / police ( Rancier'in “politika” dan anladığı şeyden ayırmaya çalıştığı ve dar teknik bir anlam yüklediği, politikadan farklı bir insani birarada-oluş biçimini imleyen polis/ police terimi ve onun türevleri, polis'e, polisleştirilmiş vb. policier, policie / policing, policed vb. gibi. Terim, hem “politika” ile aynı kökten geldiğinin hem de “politika”dan farklı bir kavramsal tarihe sahip olduğunun vurgulanması için Türkçeleştirilmeyip aynen korunmuştur. İlk işitişte terimin kulağa tuhaf gelen sesi, metin açılım kazandıkça, özellikle de ikinci bölümde Ranciere'in onu “politika”dan ayırma çabası eşliğinde işlenmiş bir anlam temeline oturmaya başlar. Ranciere'in terimi büründürdüğü kılık içerisinde imlenen kavramı türk dili içerisinde zihinde canlandırmak için bir “yönetme biçimi” olarak “nizam”, “nizama sokma” gibi kendi siyaset tarihimize ait terimlere başvurmak ve bu terimleri düşünmenin ardalanında hep saklı tutmak belki yardımcı olabilir. Fakat aslolan, terimin bizzat Ranciere'in metni içerisindeki açılımıdır ve bu sadece basit bir dilsel çeviri sorunu değil, fakat karmaşık ve zorlu bir anlama sorunudur. çn.) terimini tahsis etmeyi önerdiğim şeyden ayırmaya bizi mecbur bırakacaktır. Bu ayrım temelinde, ilkin politik akılsallığa özgü uyuşmazlık mantığını, sonra bu ayrımın özgül bir maskelenişi anlamında “politik felsefenin temelini ve başat biçimlerini tanımlamaya çalışacağız. Daha sonra, politik pratik alanında “politik felsefe”nin geri dönüşünün etkisini ayrıntısıyla düşünmeye çalışacağız. Bu, politikanın sonu ya da onun geri dönüşü adına pratiğe dökülen ve söylenenleri ve sans frontieres (Fransızca: sınırların dışında, sınırlanmamış, sınırsız, sınırları olmayan) bir insanlık adına yüceltilen ve insani-olmayanın sultası adına yakınılan şeyleri değerlendirmek için, demokrasi teriminden ne anlaşılabileceğini ve onun konsensus sisteminin pratiklerinden ve meşrulaştırmalarından ne bakımdan farklı olduğunu açıklayacak bir takım düşünme önerileri çıkarsamamızı olanaklı kılar. Burada bir çift borcu bildirmek zorundayım: ilki, beni politika, demokrasi ve adalet sorunları üzerine konuşmaya cömertçe davet ederek en sonunda beni konu hakkında söyleyecek özgül bir şeylere sahip olduğuma inandırmış olanlara; ve aynı zamanda, kendileriyle kurulan kamusal, özel ve bazen de sessiz diyalog sayesinde bana bu özgüllüğü tanımlamaya çalışma esini vermiş olanlara. Onlar, bu anonim teşekkürden kendilerine düşen payı bilirler.

Dipnot: Okuduğunuz metin, yazarın Uyuşmazlık adlı çalışmasına yazdığı önsözdür.